Kötülüğü inşa eden yasanın hikayelerle aktarıldığına dikkat
çeken Deniz Gezgin, ezberleri kırmak için edebiyatta ve yaşamın her alanında
yeni bir dil ve anlatının gerektiğini söylüyor
Söyleşi: Erdem Şimşek
Sel Yayıncılık'tan çıkan "Hayvan Mitosları",
"Su Mitosları", "Bitki Mitosları" kitaplarının yanı sıra
Ahraz isimli bir de romanı bulunan Deniz Gezgin'le edebiyat ve mitolojinin
sınırlarında dolanan bir söyleşi yaptık. Bugün konuştuğumuz dilin iletişimi kurarken,
aynı zamanda kopardığını da belirten Gezgin, "Kuşların dilini nasıl ve
nerede unuttuk, kafes yapan ellerimize baksak göreceğiz belki de" diyerekl
bizi kurarken koparan varlığımızla yüzleşmeye çağırıyor.
Mitler üzerinden edebiyat yaparken, bir hikayeyi farklı bir
kostümle yeniden anlatmakla sınırlı kalmamak için nelere dikkat etmek gerekir?
“Mitler üzerinden edebiyat yapmak”, öncelikle bunun
mümkünlüğünden kuşkuluyum, bana kalırsa mitleri başka bir dille anlatmakla
yaratıcılılık başka başka şeyler. Mitosları iyi bir kalemden okumak
elbette güzeldir ancak mitos anlatmak
üzere yola çıkan bir metin öyle ya da böyle tekrardan öteye gitmez. Buna karşın
mitoslar hayatın dışında değillerdir, toplumsal yaşamın içinde hemen her yerdedirler,
kapıdan kovsak bacadan girerler.. Asıl soru belki de şu olmalı: Yazar neyi
yazar? Bir hikaye soluk alarak ve iz sürerek yazarını mı bulur yoksa yazar mı
onu? Bu çok tartışılmış, düşünülmüş ve
hâlâ kafa yorulan bir büyük sorudur aslında. Yazarın yazdığı kendi düşüncesiyle
açığa çıkardığı mıdır yoksa “canlı” olan hikâye kendisini açığa çıkaracak
yazarı mı bulur? Sanıyorum mitler yani toplumun bilinçdışı hikâyeleri de bu
soruyla ilişkileniyor ve bir çırpıda cevap vermek mümkün görünmüyor…
YASA KÖTÜLÜĞÜ İNŞA EDER
İyiliği, kötülüğü bir tanım olarak anlatmakla, bir hikaye
içerisinde anlatmak arasındaki fark nedir?
Mitoloji kötülüğün mü altını daha çok doldurur, iyiliğin mi?
İyilik ve kötülük keskin ayrımları olan, kenarlı köşeli
kavramlar olmayınca bir tanıma sığdırmak da zor. Hikâyelerde karşılaştığımız
iyi ve kötü hayatın içinden, adeta kanlı canlı kavranabiliyor ve soyutluğunu koruyarak mana buluyor. Ayrıca
okurun hikayelerle teması çok daha kolay ve kalıcı. Mitolojinin bu her iki
kavrama da yaklaşımı toplumunkinden farklı değil. Mitoslar toplumsal hikayeler
olduğundan iyi ve kötüye dair aktardıkları da toplumsal inancın, değerlerin
tekrarını oluşturuyor. “Yasa”nın aktarımı da bu sayede gerçekleşiyor yani iyi
ve kötü olduğu gibi değil, oldurulduğu haliyle hikayelerde yaşamayı sürdüyor.
“Yasa” ‘güvenlik’ oluşturmak için vardır, ‘kötülüğe’ engel olmak için onun
altını kalın çizgilerle çizer. Daha doğru söylersek kötülüğü inşa eder.
Cehennem hikayeleri daima cennet hikayelerinden daha çok olmuştur. İşte tam da
bu yüzden edebiyatta ve hayatın her alanında yeni bir dil ve anlatının varlığı
çok mühim. Bu tekrarı bozmak mitleri yeniden yeniden anlatarak değil, içini
dışına çevirerek mümkün olabilir. Edebiyat bunun için kıymetli, hikâyenin
aslının öyle olmadığını, ezberin dışında başka bir hayatın varlığını
gösterebileceği için.
DOĞANIN DİLİNİ UNUTAN İNSAN
Doğa, bizimle bizim dilimizde bir iletişim kurmadığı için mi
insan onu kendi dili sınırlarında tanımlamaya çalışır? Görünümlerin dilinde
başka anlamlara bürünebilir mi hikayeler?
İnsan da doğanın bir parçası ve başlangıçta dilimiz birdi.
Demek ki bizimle bizim dilimizle iletişim kurmayan doğa değil, doğanın dilini
unutup yapay bir dille araya duvar çeken insan. Görünümlerin dili dediğiniz
bana göre sonsuz başka anlama bürünebilir ve belki de insan daha da insan
olmaya kalkıştığından bu yana anlamdan uzaklaşır oldu. Mitlerin dili resim
dilidir, ilk mağara resimleri insanın ürettiği ilk mitoslardır; doğanın içinde
onu tanımlama, anlamlandırma çabasıdır, bir o kadar da hikâye kurma ve aktarma.
Dilimizin döndüğünce düşünmek… bugün konuştuğumuz dil iletişim kurarken
iletişimi koparıyor da, toprakla, suyla, bu dilin dışında konuşan diğer her
şeyle, doğanın bütünüyle… Kuşların dilini nasıl ve nerede unuttuk, kafes yapan
ellerimize baksak göreceğiz belki de.
Burada görünümlerin dilinden kastım öncelikle mağara
resimleri gibi başka anlatım araçları. O da semboller üzerinden bir anlatım
olsa da farklı bir şeydir. Bir de doğanın kendi görünümleri; suyun, taşın,
ağacın görünümleri, söyledikleri var. Tanıma,
kavrama kattıkça kaybettiğimiz alanlar. Biraz havada bir soru ama size
çağrıştırdıklarıyla cevaplayabilirsiniz.
FECİ BİR HAFIZA KAYBI
İnsanın hayvandan üstünlüğü söylemi, insanın yıkımını
anlatan en trajik mitin başlangıç noktası olabilir mi?
Bunun adına uygarlık dersek evet; bu öyle bir inşa ki büyük
bir yıkımla sonuçlanıyor. Avcı toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik yaşama
geçiş, evlerin inşası, köylerin kurulması ve duvarların örülmesi… insanın
cennetten kovulması yani, geri dönüşsüz bir milat. Sınır çekerek, doğayı
dışarıda bırakarak insan kendini de cennetten mahrum etmiş oldu. Sonrasında her
şey geri dönmek için, bu feci bir hafıza kaybı. Kendini biricik, diğer tüm
canlıları da hizmetinde gören bir mahluk geri dönüş yolunu çoktan kaybetmiş.
MİTOSLAR TOPLUMUN RÜYALARIDIR
Toplumların
özgürlüğe sunduğu alan ile ürettikleri mitler arasında bir bağlantı var mıdır?
Mitin içinde oluştuğu toplumla ilişkisi nedir?
Mitoslar, toplumun rüyalarıdır; toplumsal bilinçdışının
hikâyeleşmiş hali ve kutsal yasanın aktarıcısıdırlar. Geleneğin ve birlikte
yaşam kurallarının şekillenmesinde, korunmasında önemli rolleri vardır. Mit
dediğimiz şey dinsel hikayelerden meydana gelir. Hal böyleyken toplumun
özgürlük alanıyla mitlerinki arasında bir fark olması mümkün mü? Mitoslar tam
da bunun için var zaten. Mitlerin izinden giderek özgürlük değil güvenlik
sağlanabilir ancak mitlerin deşifre edilmesi, anlamlandırılmasıyla bu tekrarın
nasıl aşılacağının yolu bulunabilir. Bir miti olduğu gibi anlatmak, kabullenmek
bir şeyi değiştirmez oysa mitin diline bakıp üzerine düşünmek örneğin neye kara
diyoruz ve karaya ne atfediyoruz, bunun kaynağı neye dayanıyor, yılandan niye
korkuyoruz, ya baykuşun uğursuzluğu… bugün cinsiyet rolleri, namus, yasak ve
günah gibi kavramların hepsinin kökeni mitsel hikayelerde saklı. Bunları
değiştirmek ve toplumu daha iyi anlamak istiyorsak mitlerden başlamaktan öte
bir yol görünmüyor.
Örneğin mit, gerçekte olan bir olayı sembolik anlatımda
değiştirerek bazen de bir şeyi gizler mi? Ya da tam tersi baskının olduğu yerde
mit, anlatımı ile çaktırmadan baskıyı kıran da bir araç olabilir mi?
HİKAYEDEN SAYIP ES GEÇMEMELİ
Mitoloji hep sevildi ve çoğaltıldı ancak bu yeterince
anlaşıldığı anlamına gelmiyor. Mitleri tekrar etmek, onları fantastik ve
eğlenceli hikayeler olarak kavrayıp es geçmek hata olacaktır. Başlangıçtan
bugüne kültürü şekillendiren her şey mitoslarda yer alır ve asla göründükleri
kadar basit değillerdir. Mağara resimlerinden kutsal metinlere, deyimlerden,
ninnilere hatta halımızdaki resimlere kadar hayatın her yerine nüfuz etmiş bir
şeyden söz ediyoruz.
YAZAR NEYİ DUYUYORSA...
Bir metni
ne organik yapar? Damarlarında, satır aralarında dört element bulunmayan, olay
örgüsünde takılmış yapıtlar aklı ve kavramsalı beslerken, sezgiyi, hissi
beslemesi için o yapıta ne gerekir?
Bu konuda ahkam kesemem, “şu gerekir”, “yanıtı budur” da
diyemem. Bir yazar ve okur olarak sanıyorum ki bir metin nasıl yazılıyorsa okura
da öyle geçiyor. Yazar neyi nasıl duyuyorsa metinde de o kadarı oluyor ve hep
düşündüğüm bir şey var ki insanı derinden sarsan metinleri yazan bunu nasıl
yaptığını bilmeyendir.
* Söyleşi 22 Temmuz 2012 tarihinde Yurt Gazetesi'nde yayınlanmıştır. Gazetede kısaltılarak yayınlanan söyleşi, burada tam haliyle sunulmuştur.